İstanbul’un Çok Bilinmeyen Gezilecek Yerleri

İstanbul’un eski binalarını süsleyen taş heykeller, kuşkusuz bakmanın görmek olmadığını bilenlere saklar gerçek öykülerini. Bu öyküler o kadar çeşitlidir ki, kimi antik mitolojilerden çıkıp gelmiştir gerçekle düş arasında, kimi başlı başına bir anıt, bir miras gibidir geçmişten geleceğe… Bu yazımızda sizlere İstanbul’un Çok Bilinmeyen ama mutlaka gidilmesi gezilmesi gereken yerlerini anlatacağız...

İstanbul’un eski binalarını süsleyen taş heykeller, kuşkusuz bakmanın görmek olmadığını bilenlere saklar gerçek öykülerini. Bu öyküler o kadar çeşitlidir ki, kimi antik mitolojilerden çıkıp gelmiştir gerçekle düş arasında, kimi başlı başına bir anıt, bir miras gibidir geçmişten geleceğe… Bu yazımızda sizlere İstanbul’un Çok Bilinmeyen ama mutlaka gidilmesi gezilmesi gereken yerlerini anlatacağız...

İstanbul’un taş suretlerinde her bakış, her ifade başka bir dünyaya ulaşan davetiye gibidir. Bazen asil ve uzak bir kadının davetkâr bakışları yansır taşların soğuk bedenine, bazen de haylaz ve umarsız bir çocuğun muzip gülümseyişi.



Ne olursa olsun İstanbul’un tarihi yapılarındaki taşa oyulmuş yüzler, İstanbullularla ve bu kenti yaşamaya gelenlerle paylaşacak özel hikâyeler bulurlar, hem de hiç yorulmadan, bıkmadan... İstanbul’a aşık olmadan kentten ayrılan var mıdır bilinmez ama bilinen; İstanbul’dan ayrılanların hafızalarında kentin her köşesinin ayrı bir tat, ayrı bir haz bıraktığıdır. Öyle bir zaman olur ki, Ayasofya’nın görkemine, Sultanahmet Camisi’nin zarafeti karışır anılarda.





Bazen Boğaz’ın efsanevi suları yansır Ortaköy’deki caminin narin minarelerine veya Topkapı Sarayı’nın masalsı geçmişi uzanır, dokunuverir Dolmabahçe Sarayı’nın ışıltılı çekiciliğine. Bazen de Kız Kulesi dile geliverir ve başlar kendi mitolojisini anlatmaya. Ona Hisarlar eşlik eder önce Rumeli, sonra Anadolu, en son da Yedikule… Bu, sonsuz bir elim sende oyunu gibidir; bir anıt diğerine bırakır meydanı, sonra bir başkası, bir diğerine. Böylece İstanbul sıradan bir kent olmaktan çıkar. Hafızalarda, hatıralarda büyür güzelleşir ve herkes kendi İstanbul’unu özler, bekler…



Bakmak görmek değildir diyenler için İstanbul sürprizlerle dolu bir kenttir. Her an farklı ve özel bir görüntü göz kırpabilir sessizce. Kuşkusuz İstanbul’un şık hanımefendileri ve beyefendileri, tarihi yapıları ve kozmopolit yaşamı ile ünlenmiş olan Pera ya da şimdiki adıyla Beyoğlu bölümü, bu tip sürprizlerle en sık karşılaşılan yerdir. Bir zamanlar İstanbul’un en önemli merkezi olan bu yer, yabancıların sanat, kültür ve sosyal yaşamlarını en özgürce yaşayabildikleri yermiş. Durum böyle olunca sanattan mimariye; günlük yaşamdan eğlenceye kadar her alanda farklı ve özel yapıtlar ortaya çıkmış. O dönemde yapılan binalardaki süslemeler de bu benzersiz karma kültürün bir yansıması gibidir.





Antik çağ mimarlığının en zarif cephe ayrıntılarından biri olan karyatidler, Beyoğlu’nda yaşanan her şeyin tanığı olarak dimdik ayakta duruyorlar aradan geçen zamana karşın. Eski Doğu mimarlığında şekillenen, ancak en yaygın ve ünlü uygulamaları Antik Yunan mimarlığında görülen karyatidler, sütun yerine kullanılan kadın figürleridir. Özellikle cephe mimarisine zarif ve narin bir görünüm vermek için kullanılan karyatid heykelleri, yapıların görselliği açısından önem taşıyor. Romalı mimar Vitruvius’un ‘Mimarlık Üzerine On Kitap’ adlı kitabında anlattığına göre, karyatid heykellerinin adı yaşanmış, gerçek bir olayla ortaya çıkmış. ‘Karya soyu’ anlamına gelen karyatid sözcüğü, Pers istilası sonrasında köleleştirilen Karyalı kadınların anısını yaşatmak için kullanılmış. Beyoğlu’ndaki ünlü Alkazar Sineması’nın girişini süsleyen iki karyatid heykeli bugün sinema ile özdeşleşmiş durumdalar. Yıllardır Pera’da olan biten her şeyi seyreden bu heykeller, uzun zamandır da sanatseverleri karşılıyorlar mağrur ve asil bir edayla. Buradaki heykeller, Beyoğlu’nda bulunan diğer karyatidlerle karşılaştırıldığında, klasik Yunan karyatidi formuna en yakın heykellerin bunlar olduğu görülüyor.





Beyoğlu’nun adeta gayrı resmi simgesi olan Çiçek Pasajı da İstanbul’un taşa yansıyan yüzlerinden payını almış, hem de en güzellerinden, en alımlılarından. 1876 yılında tamamlanan yapı, ilk zamanlarda sahibinin adından dolayı Hristaki Pasajı olarak anılıyormuş. Daha sonraları adı Çiçek Pasajı olarak değişen yapının, yüksek ana girişini süsleyen iki zarif karyatid heykeli, İstanbul’un taştaki yüzleri arasında en bilinenleridir. Yine karyatidlerle süslenmiş bir başka eski İstanbul binası da 1892 yılında yapılan ve bir süre sonra otele dönüştürülen Büyük Londra Oteli, yani Grand Hotel De Londres’tir. Yapının üçüncü katından Tepebaşı ve Haliç’i selamlayan karyatidler, Alkazar ve Çiçek Pasajı’ndaki örneklerden daha serbest bir üsluba sahiptirler. Tepebaşı’ndan ayrılmadan önce Bristol Oteli olarak ünlenen ve yakın zamanda Pera Müzesi olarak sanatseverlerle buluşan 1893 tarihli binaya göz atmak gerekir. Binanın konsollarındaki iki kadın yüzü, taşa yansıyan asil ve uzak ifadeli çehreleri ile dikkat çekiyor.



Heykelleri ve süslemeleriyle bakışları üzerinde toplayan ve Şişhane’de görkemli bir anıt olarak yükselen Frej Apartmanı 1905 yılında yapılmış. Yapının cephesinde görülen zengin süslemeler arasında, sırt sırta oturan çocuk figürleri ilk bakışta ilgi çekiyor. İstanbul’un tarihi yapılarındaki heykeller arasında en rahat ve serbest kompozisyona sahip olan bu çocuk heykelleri, geçip giden zamana aldırmadan, yüzlerindeki muzip gülümsemeyle İstanbul’u seyrediyorlar oturdukları yerden. Tünel’e doğru yaklaşırken, meraklı iki çift göz seyreder gelip geçeni. Binanın üst katlarında görülen güzeller güzeli iki kadın başının, çiçekler ve başaklarla taçlanışı bile insanının ilk bakışta dikkatini çekiyor. Bu alımlı kadın yüzleri sanki Art Nouveau akımının ünlü ismi Mucha’nın fırçasından çıkmış da İstanbul’u güzelleştirmeye gelmiş gibiler adeta. Zaten süsledikleri Botter Apartmanı da İstanbul’daki Art Nouveau akımının en güzel temsilcisi olarak kabul ediliyor.





Tünel’den Karaköy’e doğru tarihi yapıların arasından geçerken, zamanın İstanbul’la olan dostluğunu görüp de şaşırmamak elde değil. Yüksek taş binaların cephelerindeki tüm bezemeler ilgi çekici; bitkisel süslemeler, figürlü kabartmalar, geometrik desenler ve daha birçok göze hoş gelen ayrıntı. Hepsi de yapıldıkları gün gibi bakımlılar. Karaköy’e gelindiğinde iki tombul bebek heykeli karşılıyor İstanbul’da güzel görüntüler arayanları. 1911 tarihli Minerva Han, adını antik Yunan tanrıçası Athena’nın Latince karşılığı olan Minerva sözcüğünden almış. Giriş kapısının üzerinde yer alan kabartmalarda, bolluğu simgeleyen iki bereket boynuzu ve ortalarında duran Minerva başı betimi, yapının ilk bakışta ilgi çeken sürprizleri. Mitolojide Athena’nın simgesi olarak birçok antik sanat eserinde, tanrıçanın yanında gösterilen baykuş, burada da unutulmamış. Baykuş figürü Minerva başının hemen altında görülüyor. Hemen bir üst katta yer alan balkonun kenarlarındaki iki çocuk figürü, sanki yerlerinden kalkıp muziplik yapacaklarmış hissi uyandırıyorlar insanda. Bu muzip görünümlü tombul çocuklar da antik Yunan mitolojisinden ilham alınarak yapılmış figürler. Çocuk figürlerinin ellerinde tuttukları ve içleri meyvelerle dolu bereket boynuzları da yine aynı mitolojinin öykülerinden. Minerva Han’ın heykel ve kabartmaları bu kadar değil. Zengin süslemeli yapının en üst katında yine antik Yunan mitolojisinden bir karakter daha var. Olimposlu Tanrılar arasında her şeyi gören ve haber veren haberci tanrı Hermes, kanatlı şapkası ve efsanevi asası ile yapının en üst katından İstanbul’u seyrediyor neredeyse bir asırdır. Hiç kuşkusuz Minerva Han, İstanbul’daki mitolojik figürlerle süslü tarihi yapılar arasında en çok ilgi çekenidir.



Galata Köprüsü’nün yanı başındaki görkemli yapı Viyana bankası olarak Avusturyalılar tarafından yapılmış ve bu yapı da Beyoğlu’ndan Karaköy’e uzanan heykelli yapı geleneğine uygun olarak heykeller ve kabartmalarla süslenmiş. Teras kenarlarında duran iki insan figürü diğer yapılardakine göre daha sert bir üslup ile işlenmiş olsalar da görenler bu heykelleri incelemeden geçemiyor. Biri kadın, biri erkek olan figürlerin, ticaret ve sanayiyi temsil ettikleri kabul ediliyor. Her iki heykelin de yanlarında, diz çökmüş ve yük taşıyan çocuk heykelleri bulunuyor. Yapının üst kısımlarında görülen ve son derece gerçekçi işlenmiş kanatları açık kartal figürleri ise, Haliç’in martılarıyla aşık atarcasına iddialı ve mağrurlar. Başta Beyoğlu olmak üzere İstanbul, tarihi yapılarındaki heykeller ve kabartmalarla, görenleri semt, hatta kent ölçeğine yayılmış, nefes kesen bir bulmacanın serüven tadındaki doyumsuz keyfine davet ediyor.





İstanbul’un taşa yansıyan yüzlerinin başrolde olduğu bu serüvende, milyonlarca insanın yaşadığı bu kentin güzel ve beklenmedik sürprizlerini, İstanbul ile paylaşmak farklı bir haz yaratıyor insanda. Kimi zaman yitik mitolojilerinden kalma bakışlarla eskiyi yâd eden, kimi zaman da içi içine sığmayan muzip bir çocuğun ifadesine bürünen bu yüzler, İstanbul’un geçmişinden geleceğine uzanan yüzler olarak, İstanbul aşıklarını selamlıyorlar eski dostları görmüşçesine.



Haber Kaynağı: Emlak365.com



NOT: BU HABERİN İZİNSİZ, AKTİF LİNK VERİLMEDEN, BİR BÖLÜMÜNÜN ALINMASI VEYA TAMAMININ KOPYANIP KULLANILMASI DURUMUNDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR…


Gündem Haberleri